Nedir vazgeçmek? Nelerden vazgeçilebilir, nelerden geçilemez? Söylendiği kadar kolay mı? Bizi zorlayan, mutsuz eden, hayattan keyif almamızı engelleyen onca şeye neden sıkı sıkı tutunuyoruz? Değişimden korkuyor olabilir miyiz?
Çok zor değil, biraz azim ve sıkı bir değişimle tüm bu olumsuz faktörlerden kurtulabiliriz. imkanlarımızı bilip koşullarımızı buna göre yeniden şekillendirerek başlayabiliriz. İlla büyük ve modern şehrin girdabında mı olmalıyız? Daha sakin, huzurlu ve kolay yaşayabileceğimiz bir yere taşınmak kulağa hoş geliyor. “Çok kolaydı taşınmak” dediğinizi duyar gibiyim, bana da zor geliyor açıkçası. Ama mantığımızı devreye sokma zamanı çoktan geldi de geçiyor.
Biraz durmak ve düşünmek gerek. Birkaç basit soruyla kendimizle hesaplaşma, yüzleşme zamanı. Günün kaç saatini trafikte geçiriyoruz? Kazandığımız para ile hak ettiğimiz standardı içinde yaşadığımız şehirde karşılayabiliyor muyuz? Çocuğumuzu güven içinde, huzurlu ve sağlıklı büyütebiliyor muyuz? Ailemize ve sevdiklerimize yeterince zaman ayırabiliyor muyuz? Peki ya kendimiz için ne yapıyoruz? Ne kadar sosyaliz, ne kadar mutluyuz, ne kadar sakiniz, ne kadar olmak istediğimiz gibiyiz? Bunca sorunun ardından işte esas soru geliyor… Yaşadığımız bu harika şehrin keyfini çıkartabiliyor muyuz? Sanırım büyük bir çoğunluk için cevap benzer “Biz keyfini çıkartamıyoruz ama “modern yaşam” bizim cılkımızı çıkartıyor”.
Çalıştığımız işleri ruhumuza daha uygun başka şehirlerde, kasabalarda devam ettirme şansına eminim ki büyük çoğunluğumuz sahip. Sahip olamadığımız en önemli şey biraz cesaret. Direnmek mayamızda var, hayallerimizin peşinden koşmak yerine kalıp sıkıntılarla boğuşmayı tercih ediyoruz. Daha keyifli bir hayat mümkünken sevmediğimiz hayatları yaşamaya güdülenmiş gibiyiz. Neyi isteyip neyi istemediğimizi biliyorsak ilk adımı atmışız demektir. Hadi kısa bir mola verelim kendimiz için, bir kağıt, bir kalem alalım elimize. Yıllardır iş yerlerinde uyguladığımız, koskoca şirketleri hedeflerine ulaştırmak için kullandığımız swot analizini kendimiz için yapalım bu defa. Kağıdı dört eşit parçaya bölelim ve başlayalım güçlü ve zayıf yönlerimizi, bizi bekleyen fırsatları ve tehditleri yazmaya…
Biraz asi olmaya ne dersiniz? Doğru bildiklerimiz gerçekten doğru mu? Bu doğruları bize kim, nasıl öğretti? Hayat bu kadar değişirken, biz değişirken doğrularımız değişemez mi? Öğretileni uygulayıp yaşamak yerine iç sesimize kulak verip kendi yolumuzu çizemez miyiz? Bize özgü bu yolda kendi deneyim ve tecrübelerimizle yürüyemez miyiz?Dürüst bir şekilde bu tabloyu doldurduğumuzda şifalanmak için ilk adımı atmış oluyoruz. Bu tablo aslında bizim iç dünyamızı dış dünyamızla buluşturmak için önemli bir adım. Neredeyiz, nerede olmamız gerekirdi ve nereye varmak istiyoruz, bu tabloda özetlemiş olduk. Tablodan memnunsanız yola devam, memnun olmayanlar için değişim zamanı!
Ne güzel anlatıyor 13 yaşındayken ‘dünya öğretmeni’ seçilen Krishna Murti “Bilinenden Kurtulmak” isimli kitabında. Karşılaştığı herkesi kendi başına bir “birey” olarak kabul eden Murti’nin en önemli ilkesi öğretmek değil paylaşmaktı. Buna rağmen bizim gibi dünya üzerindeki milyonlarca kişi Krishna Murti’den çok şey öğrendi.
Krishna Murti – Bilinenden Kurtulmak kitabından alıntı:
“Otoriteyi reddedebiliyor musunuz? Reddedebiliyorsanız, nesillerdir içinizde taşıdığınız yanlış bir şeyden kurtulmuşsunuz demektir. O zaman ne olur? Daha çok enerjiniz, daha çok kapasiteniz, daha çok gayretiniz olur, kuvvetiniz ve canlılığınız artar.
Kendimizi anlamak, hiçbir otorite gerektirmez. Kendimizi anlamak için ne dünün otoritesi gerekir ne de bin yılın. Çünkü biz canlı varlıklarız, devamlı hareket eden, akan, hiç durmayan.
Kendimize dünün ölü otoritesiyle baktığımızda yaşam denen hareketi, o hareketin güzelliğini ve niteliğini anlayamayız.
İster kendinizin ister başkasının olsun, her tür otoriteden kurtulmak, düne ait her şey karşısında bir ölü gibi tepkisiz olmaktır; böylece zihniniz daima taze, daima genç, daima masum, hayat ve tutku dolu kalır.”